Category Archives: kpss

kurtlar vadisi pusu 86 bölüm izle

kurtlar vadisi pusu 8 nisan akşamı 86. bölüm ile devam edicek. değişik olaylar ve sahneer bizi yeni bölümde bekliyor. bakalım bu soruların cevaplarını salı akşamı yayınlanacak fragman ile cevap bulabileceğiz.. biz bu sorularla bakalım ne kadar iyi bir başarı göstercez göreceğiz…

kurtlar vadisi pusu 86 bölüm fragmanı
kurtlar vadisi pusu 86 bölüm fragmanı
kurtlar vadisi pusu 86 bölüm fragmanı
kurtlar vadisi pusu 86 bölüm fragmanı

Kpss 2008 ve Öğretmen AtamaLarı

Şubat ayı için herhangi bir atama açıklması gelmedi bizde bekleyelim duralım bakalım…

Piaget’in Ahlak Gelişimi

Daha FazLa Bilgi iÇin

Www.MyDooM.Org

1. Ahlak Öncesi Dönem (0-3):
Ø Ahlaki kuralların farkında değil. Kuralları kavrayamaz yaklaşık 3 yaşına doğru bazı oyunlarda kurallara uymaya başladığını gözlemleyebiliriz. Ben merkezcilik eğilimleri nedeniyle kendi dışındaki bireylerin görüşlerini dikkate almazlar.
2. Dışa Bağımlı Dönem (3-11):
Ø Kurallar var bu kuralların kaynağı dışarıdan alınır. Kuralın kaynağı otorite. Otoriteye kayıtsız şartsız uyulur. Bu dönemde itaat ve ceza var. Bir ceza varsa o zaman davranış yanlış ceza yoksa davranış doğrudur. Sadece davranışın sonuçları üzerinde durulur. Sebepler dikkate alınmaz. Kurallar sorgulanamaz, değiştirilemez gerçeklerdir.
Ø Çocuk kuralların değişmezliğine inanır. Kuralları sorgulamadan olduğu gibi kabul ederler.
Ø Kurallara uymayanın cezalandırılması gerektiğini düşünür.
Ø Otoriteye kayıtsız uyma söz konusudur. Kuralları sorgulamadan olduğu gibi kabul eder.
Ø Davranışın gerisindeki neden dikkate alınmaz. Örneğin, bir defterin üzerine dökülmüş mürekkep lekeleri gösterilerek büyük lekeyi yapanın mürekkebi kaza ile düşürdüğünü; küçük lekeyi yapanın ise bilerek döktüğü söylendiğinde bu lekeleri yapan iki kişiden hangisinin daha suçlu olduğu sorulduğunda büyük lekeyi yapan kişinin daha suçlu olduğunu söyleyecektir.
Ø Davranışların temelinde ödüle ulaşmak veya cezadan kaçmak yatar.
3. Özerk Dönem:
Ø Kurallar var fakat bu kez kurallar sorgulanır ve kurallara alternatifler üretilebilir. Bunun olması için soyut düşünmenin başlaması gerekmektedir. Kurallar içselleştirilmiştir. Artık sadece sonuç değil de niyet de önemlidir.
Ø Çocuğun diğer çocuklarla giderek artan ilişkileri ve kuralların değişebilirliği düşüncesi gelişir.
Ø Kurallar insanlar tarafından oluşturulur ve gerektiğinde değişebilir.
Ø Davranışın iyi ya da kötü olması altında yatan niyete bağlıdır.
Ø Aynı örneği bu dönemdeki bir çocuğa sorduğumuz zaman vereceği yanıt, mürekkebi bilerek döken suçludur diyecektir.
Kohlberg’in Ahlak Gelişim Kuramı
A) Gelenek Öncesi: Otoriteye itaat ve çıkarlar ön planda tutulur. Olaylar sonuçlarına göre değerlendirilir. Cezadan kaçınılır. Ödül getiren davranış iyidir, ceza verilen davranış suçtur. Dışa bağımlı dönemdir. Kişi kendi gereksinimlerini karşılamayı ister. Bu dönemde yalnızca çocuklar yer almaz. Kohlberg’e göre ahlak gelişiminde bireylerin bulundukları ahlak evresinin temel belirleyicisi olayların yorumlanış biçimidir.
1. Evre İtaat ve Ceza eğilimi:
Ø Sonuç önemlidir bir davranış ceza alıyorsa yanlış, ceza almıyorsa doğru bir davranıştır.
Ø Otoriteye mutlak uyum söz konusudur. Birey, otorite yoksa yasak davranışı yapar. Öğretmen yoksa bir öğrenci kopya çeker. Polis yoksa kırmızı ışıkta geçebilir bireyler.
Ø Kurallara inandığı için değil cezalandırılmamak için boyun eğer. Çıkarcılık söz konusu.
Ø Cezadan kaçınmak için yetişkinlerin “doğru” gördükleri davranışlar sergilenir ve yetişkinlere itaat edilir. Ders çalışmak istemeyen ama anne-babası yanına geldiğinde çalışıyormuş gibi görünen bir çocuk, ceza – itaat evresindedir.
Ø Öğretmen yokken kopya çekmek normal olduğunu düşünür bu dönemdekiler.
Ø Ben merkezci bir yaklaşım, cezalandırılan davranış kötü, ödüllendirilen davranış iyi, otorite ortada yoksa yanlış davranış gösterilir.

2. Evre Saf – Çıkarcılık:
Ø Çıkarcılık egemendir. Çıkarlarına doğru olan doğru bir davranış, çıkarlarına yanlış olan yanlış bir davranıştır. Kaz gelecek yerden tavuk esirgememek gibi. Ne olursa olsun sınavdan 100 alacam demek gibi.
Ø Kurallara ihtiyacı karşıladığı sürece uyulur.
Ø Çocuğun kendi isteklerinin ve ihtiyaçlarının karşılanması önemlidir. İhtiyacı karşılayan veya ödül getiren davranışlar doğrudur. Ödüle ulaşmak için kurallara uyar.
Ø Karşılıklı ilişkilerde sürekli kendisini düşünür.
Ø Örneğin, Irak ile Amerika arasında çıkan savaşı protesto etmek için Cumhuriyet Meydanına gideceğini söyleyen Özlem “Irak’ta yaşayan tanıdıkların mı var? İki devlet arasındaki savaştan sana ne!” diyen arkadaşı bu dönem de yer almaktadır.
B) Geleneksel Düzey: Somut düşünme hakim, kurallar sorgulanmaz. Davranışın toplum düzenine etkisi düşünülür. Başka kişilerin, grupların görüşleri ve gereksinimleri dikkate alınır. Birey grup tarafından kabul edilmek için davranır. Ailesinin ve arkadaş grubunun beklentilerine göre davranması. Geleneksel düzeyde “empatik düşünme” ahlaki gelişimin temelinde yer alır.
3. Evre İyi çocuk/Sosyal onay/Kişiler arası uyum:
Ø Sosyal çevrenin onayladığı doğrudur, onaylamadığı davranışlar yanlıştır.
Ø İyi olmak, başkalarıyla ilgilenmek, dürüst ve güvenilir olmak, kurallara uymak söz konusudur. Birey kendisinden beklenen roller doğrultusunda davranır.
Ø Başkalarının görüşü ve sosyal kabulü önemlidir. Başkalarına karşı düşünceli davranarak aynı şeyi diğer insanlardan bekler.
Ø Temel güdü grup tarafından kabul edilmektir. Ahlaki yargılar başka bireylerin görüşleri doğrultusunda verilir.
Ø Kopya çekmek isterim ama öğretmenim çok kızabilir.
Ø Kan davası ile başı derde giren birisinin yakınını öldüren kişilerin de yakınını öldürerek toplumsal olarak uyum sağlanır hale gelir. Kişiler arası uyum söz konusu olur. Eğer öldürmeseydi, toplum tarafından dışlanacaktı.
Ø Yeni atandığı görev yerinde müdürün ve çalışma arkadaşlarının gözünde olumlu izlenim bırakmak isteyen bir kişi bu evrede yer almaktadır.
4. Evre Yasa ve Düzen Eğilimi:
Ø Temel güdü toplumsal düzeni korumaktır. Kurallar varsa herkes uymak zorundadır.
Ø Kanuna ve düzene uyma eğilimi baskındır.
Ø Kanuna uygun olan her şey doğru değilse yanlıştır. Yasalar değiştirilemez, sorgulanamaz gerçeklerdir.
Ø Kan davası ile başı dertte olan birisi bu evrede yakınını öldüren kişileri öldürmez “bu ülkede yasalar var herkes cezasını çeker” der.
Ø Birey toplumun değer yargılarını, toplumsal sistemin yapısını oluşturan kuralları ve düzenlemeleri, toplumsal düzenin sağlanması için “olmazsa olmaz” gereklilikler olarak görür ve korumaya çalışır. Bu dönemde ki kişi bazı yasların değiştirilmesinin toplumsal düzeni bozucu bir etki oluşturabileceği düşüncesiyle, bu uygulamalara karşı çıkabilir.
Ø Toplum tarafından kabul gören davranışlar gösterilir.
Ø Kanunlara uymayanların kabul görmesi mümkün değildir.
Ø Kanunlar sorgulamaya gerek duyulmaksızın benimsenir.
Ø Toplumsal düzenin korunması ve devamı sağlanmalıdır.
C) Gelenek Sonrası: Kuralların sorgulandığı, soyut düşünmenin başlandığı dönemdir. İnsan haklarının gözetlendiği ve evrensel değerlerin benimsendiği dönemdir. Bu döneme ulaşan bireylerin sayısı azdır. Gelenek sonrası düzeyde bir ahlak gelişiminin gerçekleşebilmesi için bireylerin soyut işlemler dönemine ulaşılması beklenir.

5. Evre Sosyal Sözleşme:
Ø Kurallar değişebilir. Kuralları da yapan biziz. Kurallar zamana göre değişebilir.
Ø Kurallar toplum yararına değişebilir. Kurallar sorgulanabilir ve irdelenebilir.
Ø Bireyler bir arada yaşamanın gerektirdiği kurallara ve davranış eğilimlerine uymayı sosyal bir uzlaşı (sözleşme) olarak kabul eder ve buna göre davranırlar. Örneğin, kimse başka birisinin özel eşyasını izin almadan alamaz, bir kişi konuşurken sözü kesilemez.
Ø Yasa, kanun ve kuralların sosyal yaşamı düzenleyemediği taktirde değiştirilmesi gerektiği düşüncesi oluşur.
6. Evre Evrensel Ahlak İlkesi:
Ø Yasanın üstünde tüm dünyada geçerli olabilecek ilkelerce hareket eder. Bu evredeki birisi yasayla ilke arasında bir çelişki yaşarsa ilke yönünden karar kılar. İnsan yaşamının çok önemli olduğunu belirtilmiştir.
Ø Birey, tüm insanlar eşittir düşüncesine sahiptir.
Ø İnsan hakları ve evrensel değerler temel ölçüdür.
Ø Hak, adalet, özgürlük kavramları çerçevesinde doğru ve yanlışları birey belirler. savaş hangi koşullarda olursa olsun bir insanlık ayıbıdır. İnsanın yaşama hakkı önemlidir.
Ø Adalet ve kişilerin onurunu içeren ahlak gelişim aşamasıdır

Erikson ve Psiko – Sosyal Gelişim Kuramı

Daha FazLa Bilgi iÇin

Www.MyDooM.Org

Ø Kişiliğin oluşumunda, biyolojik etkenler ile birlikte sosyal çevre de (toplumsal etmenler) önemlidir. Erikson, kişilik gelişiminde “ego”ya önem verir.
Ø Benlik gelişimi belirli zaman dilimleri içerisinde biyolojik temelli aşamalıdır. (Epigenetik)
Ø Gelişim, dönemler halinde olur. Her dönemde atlatılması gereken bir kriz, bir çatışma bulunur. Bir dönemdeki kriz atlatılmazsa sonraki dönemlerde de devam eder ve çözünceye kadar problem yaratır.
Ø Erikson, Freud’dan farklı olarak, kişilik gelişiminde sadece 0-6 yaş döneminin önemli olduğunu değil, kişilik gelişiminin yaşam boyu devam ettiğini ileri sürmüştür.
Ø İnsan doğuştan akılcı bir yaratıktır.
Ø İnsan davranışlarını etkileyen temel güçler, biyolojik kökenli dürtüler değildir.
Ø Kişiliğin gelişiminde hem biyolojik etmenler hem de toplumsal etmenler belirleyicidir.
Ø Kişinin herhangi bir gelişim döneminde karşılaştığı karmaşayı başarılı bir biçimde atlatabilmesi, kişi için o dönemde özgü temel gelişim görevidir.
1. Temel Güvene Karşı Güvensizlik (0-1):
Ø Anne ya da bakıcısının çocuğa bakımı, ilgisi ve sevgisi güven duygularını oluşturur.
Ø Anne bebeğini yeterince besler, sevgi ve ilgi gösterirse bebekte güven duyguları gelişir.
Ø Annenin eksikliği, bakım eksiklikleri güvensizliği sağlar. Emme ve içine alma temel davranışlardır. Umut duygusu gelişir.
Ø Bir bebek doğduğu andan itibaren uyarıcı bombardımanı altına girer. Anne karnından sonraki ortam bebeğe çok da huzurlu gelmez.
Ø Kendisine güvenmesi için öncelik ortamın güvenilir olduğunu düşünmesi gerekmektedir. Aksi bir durum olursa ileri yaşantılarında birey kendine ve çevreye güvensizlik gibi duygular oluşabilir.
Ø Bebeğin temel gereksinimleri tutarlı bir şekilde sağlanmalıdır. Optimal bir denge olmalı.
Ø Anne ve bebeğin davranışları birbirine uyumlu olduğunda örneğin bebek her ağladığında annesini yanında bulduğunda güvenli bir kişilik tam tersi durumunda ise güvensiz bir kişilik oluşabilir.
Ø Temel güven duygusundan yoksun olarak yetişmiş çocuklar ilerdeki yaşamlarında sosyal ilişki kurmaktan kaçınma, kendine güvensiz olma gibi kişisel özellikler taşıyabilir. Bireyin yaşamının her aşamasında başka insanlarla iletişim kurması, diğer birey ve gruplarla uyum davranışı göstermesi, arkadaşlık ilişkilerini güçlendirmesi, bireysel özelliklerini tanıması, güven duygusu ile ilgilidir. Üniversiteyi yeni kazanan birey, gittiği yeni ortamdaki arkadaşları ile hemen iletişim kurabilmekte, bireysel kararlar alabilmekte ve ortama uyum sağlayabilmektedir.
Ø Erikson’a göre temel güven duygusunu kazanmış olan bebekler, dünyanın güvenilir bir yer olduğu duygusunu geliştirebilenlerdir. Bu duygunun temel amacı, bebeğin dünyayı düzenli, tutarlı ve tahmin edilebilir bir yer olarak görmesi.
Ø Kreşin kapısında annesini öperek ayrılan ve kreşte arkadaşlarına ve öğretmenine hemen uyum sağlayan bir çocuğun davranışı o çocuğu temel güven duygusunu kazanmış olduğunu gösterir.
Ø Erikson’a göre temel güven duygusuna kazanmış olan bebekler, dünyanın güvenilir bir yer olduğu duygusunu geliştirebilenlerdir. Bu anlamdaki bir güvenin gelişebilmesi için bebeklerin dünyayı güvenli ve mutlu bir yer olmaktan daha çok, düzenli ve tahmin edilebilir bir yer olarak görmeleri gerekmektedir.
2. Özerkliğe Karşı Kuşku ve Utanç (1-3):
Ø Çocuğun yürümeye ve konuşmaya başlaması ile anneye olan bağımlılık azalır.
Ø Çocuk özerk bir biçimde davranmaya ve bağımsız eylemlerden zevk almaya başlar. Bu dönemde bebeğin bir takım kararlarına saygı gösterilirse o da kendi kararlarını alarak özerk bir kişilik oluşturmaya başlar. Tuvalet eğitiminde bile kendi kararlarını alması gibi.
Ø Aşırıcı koruyucu, kısıtlayıcı ve cezalandırıcı anne baba tutumu özerkliği engeller. Bu nedenle anne babaların bariz tehlikelerin olmadığı ortamlarda çocuklarını serbest bırakmaları ve onlara bir şeyleri başarabilme fırsatını vermeleri gerekir. Kendisine fırsat verilmeyen bir işi başarmanın heyecanını yaşayamayan çocuklar, ileriki yaşlarda, çekingen, kendi başına karar veremeyen, saldırgan ve başkaldırma davranışları olur.
Ø Aşırıcı koruyucu ve baskıcı ailelerin tutumu, özerkliği engelleyen durumlar çocuğun kendi kapasitesine kuşku ve utanç duymasını sağlar. İnatçılık bu dönemlerde gelişir. İleriki yıllarda görülen cimrilik – eli açıklık, düzensizlik – düzenlilik bu dönem de geçirilen yaşantıların sonucudur. Kişi kendini kontrol etmeyi öğrenir.
Ø Eğer anne-babaların çocuklarının keşfetme isteklerine rehberlik ederler ve onlarla çatışmazlarsa çocuklar sağlıklı bir bağımsızlık duygusu geliştirirler. Eğer onlara yönetimin kimde olduğu göstermeye çalışılıp yetişkin bireyler her isteklerini yaptırmaya kalkışırlarsa çocuklarda kendilerinden kuşku duymaya başlar, bağımsızlık duyguları zedelenir.
3. Girişimciliğe Karşı Suçluluk (3-7 İlk çocukluk/Okul öncesi):
Ø Belli amaçlara yönelik girişimler başlatmak, sorumluluk almayı isteme ya da yaptıklarının yanlış olduğuna inanarak suçluluk duyma. Dış uyarıcılar çok etkilidir. Bir girişimi başlamak, başlatmak.
Ø Çocukta yürüme, konuşma, hareket yetenekleri gelişir, bağımsız bir şekilde hareket eder, isteklerini söyler.
Ø Merak artar, sürekli soru sorar, girişimlerde bulunur. Uygun cevaplar vermek, ters cevaplar vermek ya da azarlamak kişiliği etkiler. Çocuğa ters cevaplar vermek girişimciliği karşı suçluluk duymasına neden olur.
Ø Bu dönemde çocuklar sürekli bir merak ve hareket halindedir. Girişkendirler, sorgulayıcıdırlar. Eğer anne – babalar bu davranışları özendirirse çocuklar girişken ve aktif bir kişilik geliştirirler. Tam tersi durumlarda yani anne – babasının kısıtlayıcı olduğu bir durumda çocuklar suçluluk duygusu yaşayacaklardır.
Ø Salıncağa oturmak istemek (girişimcilik), kendi başına sallanmak (özerklik) dir.
Ø Okul öncesi dönemdeki çocuklar girişimciliğe karşı suçluluk karmaşası yaşamaktadırlar.
4. Başarılı Olmaya Karşı Yetersizlik (7-11 İkinci çocukluk/İlk öğretim):
Ø İlköğretime yönelen çocuk bir şeyler üretmek, yaptığı işlerde başarılı olmak isteyecektir.
Ø Yaptığı işlerden beğeni toplamak, çevresi tarafından takdir edilmek, başarının hazzını yaşamak isteyecektir.
Ø Yaptığı işte başarılı oldukça kendisine güven duyacak, böylece çalışma ve başarılı olma güdüleri artacaktır. Kendisinin yeterince başarılı olmadığı inancına giren, engellemelerle karşılaşan kişi aşağılık duygusuna kapılır.
Ø Bu dönemde (okulda ve evde) çocuğa başkalarıyla kıyaslamak olumsuz benlik gelişimine sebep olur. Çocukların düzeyine uygun davranışlar beklemeliyiz.
Ø Bu dönemde çocukların başarıları övülürse çalışkanlık duygusu geliştireceklerdir. Eğer çocuklardan beklenen şeyler onların düzeylerinin çok altında ya da çok üstünde olursa ya da sürekli eleştirilirse aşağılık duygusu geliştireceklerdir.
5. Kimlik Kazanmaya Karşı Rol Karmaşası (11-17 Ergenlik):
Ø Benlik gelişimi söz konusudur. Benlik, bireyin kendi kendine ait duygu, düşünce ve değerlerin toplamıdır. Benlik tüm yaşamı etkiler. Çocukluk ile yetişkinlik arasındaki dönemdir. Olumlu benlik gelişimi denemin en önemli ihtiyacıdır.
Ø Erikson kimliği, cinsel, mesleki ve kişisel-sosyal alanlarında incelemiş.
Ø Ergenlik döneminde olumlu kimlik kazanmada önemli olan etkenler; düşünce sistemi (soyut, eleştirel düşünme), cinsel rolleri benimseme, karşı cinse duyulan ilgi, meslek seçimine yönelme, sosyal, ekonomik, politik konulara ilginin artması, akran grubu içinde daha mutlu olma ve onlarla hareket etme, ergen benmerkezci düşünme (egosantrizm).
Ø Kimlik bunalımı; kendini dünya üzerinde anlamlı bir yere oturtması. Kimlik; farkların ortaya koyulduğu bir süreçtir.
Ø Çevresinde güvendiği kişiyi model olarak alır. Arkadaşlık ilişkilerinin en yoğun yaşandığı dönemdir. Aileden bağımsızlık kazanması ve cinsiyete uygun sosyal roller geliştirmesi önemlidir. Bu dönemde kendisinden önceki evrelerin sorunları tekrar karşısına çıkabilir.
Ø Ergenler kendilerini, kendine özgü bütünlüğü, sürekliliği, idealleri olan insanlar olarak görmeye başlarlar ya da hayattan ne bekledikleri konusunda karmaşaya düşerler.
Ø Ali ilerde doktor olmak istemektedir fakat Ali’nin annesi öğretmen olmasını, babası ise mühendis olmasını istemektedir. Ali ise bu durumda ne olacağına karar verememektedir. Ali’nin içine düşeceği durum da kimlik karmaşası olacaktır.
Ø Ailesi tarafından sürekli olarak mükemmel olması beklenen bir genç alkol, uyuşturucu, sigara gibi istenmeyen davranışları gösterebilmektedir.
6. Yakınlığa Karşı Yalıtılmışlık (20-30 Genç yetişkinlik):
Ø Kaynağını kimlikten alır. Derin arkadaşlıklar bu dönemde olur. Bu sorunun aşılmaması bireyde dengesizlik yapar ve yalnız kalır.
Ø Bireyin aynı cinsiyetten olan ve olmayan diğer insanlarla dostluk ve yakın ilişkiler kurabilmesiyle ilişkilidir. Erikson bu dönemde bireyden karşı cinsle yakınlaşarak sevgiye dayalı bir evliliği de başarabilmesinin beklendiğini belirtmiş olmakla birlikte, psikolojik yakınlık için cinselliğin hayati bir önemi olmadığını ileri sürmüştür. Erikson’a göre yakınlık, bireyin kendi bütünlüğünü koruyarak bir başkasının kişiliği içinde kendini bulmak anlamına gelmektedir.
Ø Önceki dönemdeki rol karmaşıklığını başarıyla çözmüş olan bireyler kişiler arası ilişkilerde ve karşı cinsle olan iletişiminde yakınlık kurabilecek ve mutlu olabilecektir.
Ø Rol karmaşıklığının olumlu bir şekilde çözülemediği durumlarda, bireyin kendi kimliğiyle problemi olduğu için kişiler arası ilişiklerdeki yakınlıktan kaçınacak ve kendini yalnız hissedecektir. Yalıtılmış bir ortamda yaşamak onu mutsuz edecektir.
Ø 20 yaşında bulunan Ayşe Hanım hayatta kendini yalnız hissetmekte ve hiçbir zaman yakın ilişkiler kuramamaktadır. Bu durum bu dönemdeki yaşantıdan kaynaklanmaktadır.
7. Üretkenliğe Karşı Durgunluk (30-60 Orta yetişkinlik):
Ø Öğretmenler yeni nesil sizin eseriniz olacaktır. Yaratıcı insan olmak, ortaya yeni bir şeyler koymak başarılı olmak. En uzun evredir. Bireyin en çok üretken dönemidir.
Ø Yaşamda doyuma ulaşma duygusunun yaşandığı bir evredir. Eğer bu evrede mutsuz ve doyumsuz yaşantılar söz konusu olursa birey durgun, mutsuz ve gerileyişin olduğu bir dönem yaşar.
Ø Bireyin genç kuşakların yetiştirilmesi ile ilgili sorumluluklarını betimlemektedir. Bu dönemde bireyden başarması beklenen temel gelişim görevi, sağlıklı bir yaşam oluşturabilmeleri için genç kuşaklara rehberlik etmektedir. Bu amacın gerçekleşebilmesi ise bu dönemde öncelikle bireyin kendisinin üretken olması gerekmektedir. Eğer bunu başaramazsa birey, genç kuşaklara ihtimam göstermek yerine, içine kapanarak yaşamında durgunluğun egemen olmasına izin vermektedir. Örneğin, öğretmenlik yapan bir yetişkinin en önemli ürünü yetiştirdiği öğrencilerin niteliğidir.
Ø Bu dönemdeki üretkenlik bireylerin kendilerine, ailelerine, topluma faydalı olabilme yeteneği anlamını taşımaktadır. Üretken olmamak, bireyin yaşamını durgun ve verimsiz bir hale getirerek kişiliğin yoksullaşmasına yol açmaktadır.
8. Benlik Bütünlüğe Karşı Umutsuzluk (60-? Yaşlılık):
Ø Bu dönemin başarılı olarak geçmesi için, geçmişin muhasebesi yapıldığında bireyin kendini iyi hissetmesi, içinde bir ukde kalmamış olduğu duygusunu yaşamasını içerir.
Ø Bu duygu içinde ölümü birey yaşamın doğal bir gereği olarak düşünür.
Ø Yaşamlarını anlamsız ve başarısız bulan bireyler ise, hayal kırıklıkları içinde umutsuzluk duygularına kapılırlar. Bu durum, yaşlılık döneminde bireyin ölümü kabullenemediği görülebilir.
Ø Bireyler geçmiş yaşantılardan hoşnutlarsa, tüm yönleriyle yaşamlarını kabul ediyorlarsa, benlik bütünlüğüne ulaşmaktadırlar.
Erikson’un 4 Kimlik Statüsü
Başarılı kimlik statüsü: Ø Bireyler herhangi bir kararsızlık durumunda (bunalım durumunda) etkin karar alarak tercih yaparlar. Verdikleri kararın doğru olduğunu kabul etmektedirler ve kararlarından memnundurlar. Diğer insanların kendisini kabul ettiğine inanır. Ø Bunalım geçirirler(+) ama kimliğe bağlanmada(+) söz konusudur. Bu statüde aile çocuğun kararlarını alırken yalnız bırakıyor.
İpotekli kimlik statüsü: Ø Kimlikle ilgili tüm kararlar anne-baba ya da otorite olarak kabul elden diğer kişiler tarafından alınmıştır. Ergenler kendileri ile ilgili kimliği diğer insanların vermelerini kabul etmişlerdir. Ø Birey benlik arayışına hiç girmez. Anne-babanın ya da diğer yetişkinlerin kendisi için belirlediği kimliğe girer. Ø Gençler bu dönemde bunalım geçirmezler(-) ama kimliğe bağlanma(+) var.
Moratoryum kimlik statüsü: Ø Kimlik bunalımı yaşayan ve çözüm yolu bulamayan bireylerin durumudur. Kararsız ve boş vermiş kişiliğe ve böyle gelmiş, böyle gider anlayışa sahiptirler. Ø Ergenlik döneminde görülen vurdumduymazlık ve amaçsızlık, moratoryumun başlıca belirtisidir. Bu nedenle öğretmenler ve anne-babalar ergenlere genel ve uzun vadeli hedefler değil de kısa vadeli ve yakın zamanlı hedefler koymalıdırlar. Özellikle bazı ergenler kimlik arama çabalarında bunalıma düşünce bu çabalarına ara verirler. Kendilerini bulmak isterler. Bu da moratoryum kişiliğin belirtisidir. Ø Örneğin, üniversiteye ya da işe girmeyi erteleyerek her işi askıya almak gibi moratoryuma giren birey üzerinde aşırı bir sosyal baskı ve yalıtılmışlık hisseder. Ø Genç kızların erken yaşta evlenmek istemeleri, erkeklerin erken askere gitme isteği ya da okulu bırakıp işe girme isteğini tercih edenler moratoryum kişilik durumundan kaçınma eğilimleri olarak düşünülebilir. Ø Yaşamları boyunca hiçbir kişi veya düşünceye bağlanmazlar. Kim oldukları ve ne yapmak istedikleri, nelere önem verdikleri belirsiz ve karışıktır. Dengesiz aile ilişkilerin yaşandığı ortamlarda daha çok ortaya çıkabilir. Ø Örneğin bir genç kız, karşılaştığı problemlere çözüm getirememekte, kendisine uzun vadeli hedefler koyamamakta ve olaylara karşı vurdumduymaz tavırlarla yaklaşması onun moratoryum kimlik statüsünde olduğunu gösterir. Ø Bu statüde bunalım var(+) ama kimliğe bağlanma(-) yoktur. Sorunlar askıya alınır. Dengesiz aile ilişkiler.
Dağınık kimlik statüsü: Ø Bunalımın yaşanmadığı, bağlanmanın da olmadığı durumdur. Bir kimliğe bağlanmaktan tamamen kaçınırlar. Ø Durumdan memnun değildirler, kendileri için benimseyeceği yeni bir kimlik geliştirmekten kaçınırlar. Ø Aile etkileşimin olmadığı ya da en az olduğu durumlarda ortaya çıkabilir. Anne-baba çocuğu başı boş bırakıyor. Aile çocuğa sen benim için yoksun gibi bir mesaj vermektedir. En tehlikeli durumdur. Bunalım yaşanmaz(-) bağlanma da yoktur(-).

Freud ve PsikanaLiz Kuramı

Daha FazLa Bilgi iÇin

Www.MyDooM.Org

Freud ve Psikanaliz Gelişim Kuramı

            Bireyin kişiliğinin gelişiminde 0-6 yaş döneminin önemli olduğu ve bu dönemdeki anne-baba tutumlarının kişiliğin gelişiminde temel olduğunu açıklar.

1.      Topografik Kuram: Bilinç, bilinç öncesi, bilinçdışı. Freud’a göre insanın bilinçlilik durumu üç bölümden oluşur. Bilinç; farkında olduğumuz yaşantıların bulunduğu yerdir. Bilinçaltı (bilinç öncesi) ise bilincinde olmadığımız, ama biraz düşününce bilince çıkarabildiğimiz ya da olan ve özel bir takım tekniklerle bilince çıkarılabilen yaşantıların bulunduğu yerdir. Bilinçdışı ise bilincin dışında olan ve özel bir takım tekniklerle bilince çıkarılabilen yaşantıların bulunduğu yerdir. Freud kişiliğin büyük bir kısmının bilinç dışında oluştuğunu belirtmiştir. Psikanaliz kişinin bilinç dışındaki sorunlarını gün ışığına çıkararak çözümlemeye çalışır.

2.      İçgüdü Kuramı: 2 temel içgüdü var. Biri cinsellik diğeri saldırganlık. Cinsellik, saldırganlık             Ruhsal enerji. Ruhsal enerji kaynağıdır ve doğuştan gelmiştir. Bireyde bulunan iki içgüdü (libido – cinsel enerji ve saldırganlık) idden doğar. Ruhsal enerji, içgüdüseldir ve bir an önce doyurulmalıdır. Cinsel içgüdünün kullandığı enerjiye Libido adını vermiş.

3.      Yapısal Kuram: Kişiliğin id, ego ve süperego’dan oluşan üç bölümü birbirleriyle etkileşerek bireyin davranışlarını etkiler. Sağlıklı bir kişilik gelişimi id, ego ve süper egonun olabildiğince uzlaşabilmesi ve denge içinde olması ile mümkündür.

Ø      İd: Kişiliğin ilkel yönüdür. Sürekli haz aramaktadır. Gerçek dışı, karşılanması zor istek ve arzularla, bireyin içsel dürtülerinin mutlaka doyurulması gerektiği şeklinde işlevi bulunmaktadır. Doğuştan getirdiğimiz biyolojik yanımız. Cinsel saldırgan tutumuz. Yeni doğan bir bebek id yığınıdır. Haz ilkesine göre hareket eder. Ertelenmeye tahammülü yoktur. İd olmazsa yaratıcılık olmaz. Bir nevi yaşam kaynağımız. Freud kişilik gelişiminde “id”e önem verir. Kişiliğin ilkel yönüdür. Haz ilkesine göre hareket eder. Mantık dışı arzu ve istekleri temsil eder. Beklemeye tahammülü yoktur. Toplumsal kurallara uymayan, kendi istek ve arzularını ön plana atan bireyde “id” baskındır.

Ø      Ego: Gerçeklik ilkesini göre hareket eder. Mantıklı yanımız. Egonun ortaya çıkışı, idin ertelenmesi engellenmesiyle ortaya çıkar. Karar egodan ortaya çıkar. Kişilik yapısının gerçeklik ilkesine göre hareket eden ve kısmen de olsa bilinçli olan bölümüdür. İdin karşı konulmaz istekleri ile süperegonun sınırlayıcı tutumları arasında arabuluculuk görevi yapar. Ego akılcı, mantıklı kişilik bölümüdür ve kişiliğin karar organı görevini yürütür. Bilince dayalı ve akılcı düşünme, İd’in isteklerine ölçü verme, id ile süper ego arasında denge kurma, süper egonun isteklerini mantıklı yapıya getirme. İd’in yapmak istediği davranışlar ile toplumun belirlediği kurallar arasındaki uzlaştırıcı, içselleştirici, dengeyi kuran bilince ego denir. Ego, kişilik yapısının kesmen de olsa bilinçli olan bölümüdür.

Ø      Süperego: Çocuğun anne ve babasından öğrenmiş olduğu toplumsal kuralları gelenekleri, görenekleri, vicdan ve ahlak kurallarını içerir. Kişiliğin törel yanı. Bir lise öğretmeni, öğrencilerinden birinin başkalarının kendisi hakkındaki değerlendirmelerini fazlaca dikkate almasına bağlı olarak grup içinde kendini ifade etmekte zorlandığını gözlemlemiştir. Bu öğrencide süper ego baskın olabilir. Kişiliğin vicdan öğesidir.

Psikoseksüel Gelişim Kuramı:

Ø      Oral: Çocuğa verilen bakımın niteliği, yetişkinlik döneminde kişinin bağımlılık ve güven düzeyini belirler. Bebeğin anne tarafından aşırı emzirilmesi veya memeden erken kesilmesi, güvensizlik, bağımlılık ve karmaşık duygusal yapıya yol açar. İçki – sigara alışkanlığı bu dönemi sorunlu geçirenlerde görülür.

Ø      Anal: Çocuk bu dönem de kendisini ve çevresini kontrol etmeyi öğrenir. Katı ve baskıcı tuvalet eğitimi; kişilikte, yıkıcılık, kızgınlık, dağınıklık, cimrilik, eli açıklık, aşırı düzenlilik ya da düzensizlilik, saldırganlık, başkaldırma gibi sonuçlara yol açar. Tuvalet eğitimini iyi alanlar; yaratıcı, üretken, uyumlu ve aktif olurlar.

Ø      Fallik: Anne-babaya duyulan sevgi, kıskançlık, düşmanlık kişiliği etkiler. Çocuğun soruları bu dönemde oldukça sıklaşır.

Ø      Gizil: Ergenlik öncesi durguluk dönemidir. Çocuk cinsel konulardan hoşlanmaz ve kendisini oyuna verir. Cinsel dürtüler bastırılır ve cinsel enerji sosyal olaylara yönelir.  

Ø      Genital: Cinsel gelişim hızlanır, üreme sistemleri gelişir. Cinsel olgunluk gelişir. Karşı cins ile arkadaşlık kurulur. Hormonlarda değişiklik olur. Romantik ilişkiler yaşanır. Fiziksel büyüme hızlanır.

 

 

 

Oral

Dönem:

(0-1)

Ø  Bu dönemde en önemli organ ağızdır ve haz kaynağıdır. Bu dönemde bebeğin beslenmesi ve emzirilmesi önemlidir.

Ø  Libido kendini ağızda ifade eder. Emme cinsel içgüdü, ısırma saldırgan içgüdü kaynağıdır.

Ø  Çocuğa verilen bakımın niteliği, yetişkinlik döneminde kişinin bağımlılık ve güven düzeyini belirler.

Ø  Bebeğin anne tarafından aşırı emzirilmesi veya memeden erken kesilmesi, güvensizlik, bağımlılık ve karmaşık duygusal yapıya yol açar. İleri yaşlarda görülen sigara-içki bağımlılığı, aşırı yemek yeme, tırnak yeme bu dönemi sorunlu geçirenlerde görülür.

 

 

 

Anal

Dönem:

(1-3)

 

Ø  Temel haz anal bölge.

Ø  Tuvalet kontrolü eğitimi önemlidir. Çocuğun tuvaleti ile ilgili anne-babanın, bakıcının tutumu çocuğun kişiliğini etkiler.

Ø  Çocuk bu dönemde kendisini ve çevreyi kontrol etmeyi öğrenir.

Ø  Katı ve baskıcı tuvalet eğitimi; kişilikte, yıkıcılık, kızgınlık, dağınıklık gibi sonuçlara yol açar.

Ø  Tuvalet eğitimi iyi alanlar, yaratıcı, üretken ve aktif olurlar. İleri yaşlarda görülen inatçılık, cimrilik, eli açıklık, aşırı düzenlilik ya da düzensizlik, özerklik, uyum, saldırganlık, başkaldırma bu dönemin bakım koşullarına göre bireylerde oluşur.

 

 

 

 

 

Fallik Dönem:

(3-7)

Ø  Gelişim kavramının kalbi. En önemli evredir Freud’a göre.

Ø  Bu dönemin en önemli haz kaynağı cinsel organdır.

Ø  Çocuk karşı cinsteki anne-babaya yakınlık duyar.

Ø  Anne-babaya duyulan sevgi, kıskançlık, düşmanlık kişiliği etkiler.

Ø  Çocuğun soruları bu dönemde oldukça sıklaşır.

Ø  Oedipus karmaşası: Erkek çocuğun bir şekilde annesine karşı cinsel bir yakınlık beslemesi, bunun kabul edilmez bir durum olması nedeniyle de babası tarafından cezalandırılacağı kaygısını yaşamasıdır.

Ø  Elektra karmaşası: Kız çocukların babaya karşı cinsel yaklaşım duyması ve annenin kızacağına ilişkin kaygı durumu.

Ø  Çocuk için endişe verici bir durumdur. Bu çatışmayı önlemek için özdeşirler. Ebeveynlerin hareketlerini içselleştirirler. Süperego bu dönemde ortaya çıkar.

 

Gizil/

Letans Dönem:

(7-11)

Ø  Gizlilik, örtüklük söz konusudur. Oral, dönem, fallik, dönemlerinde geliştirilen özellikler yeniden özümsenir.

Ø  Çocuk cinsel konulardan hoşlanmaz ve kendisini oyuna verir.

Ø  Ergenlik öncesi durgunluk dönemidir. Geçiş, bekleyiş dönemidir.

Ø  Akademik ve sosyal becerileri geliştirmeye başlar. Çocukların ilgisi ana-babadan arkadaşlardır. 

Ø  Oyun grupları aynı cinslerden oluşur. Çocuk cinsiyeti ile ilgili toplumsal rollerini öğrenir.

Genital Dönem:     (11-18)

Ø  Cinsel ilgi karşı cinse yönelir. Cinsel gelişim hızlanır, üreme sistemleri gelişir.

Ø  Genç daha önceki dönemlerden kalan sorunlara uğraşmak zorunda kalabilir.

Ø  Bireyin kendisine uygun kimlik seçmesi ve uygun benlik imajına sahip olmasında en kritik dönem.

Freud kişiliğin belirlenmesinde 0-6 yaşların önemli olduğunu belirtmiştir ilk 3 dönem (oral, anal, fallik). Freud, çocuk yetiştirmede anne-baba tutumlarının çok önemli olduğu üzerinde durmuştur.

Freud’un Kuramına Göre Bazı Bireysel Durumlar

1.      Yaklaşma – Yaklaşma: Birey bazen kendisini için aynı derecede çekici iki erkeğin etkisinde kalabilir. Örneğin; bir ayakkabıcı dükkanında çok beğendiğimiz iki ayakkabıdan birini seçmek zorunda kaldığımız zaman bu türlü bir çatışmaya düşebiliriz. Liseyi yeni bitirmiş bir genç, hukuka mı tıbba mı girmek istediğini kararlaştırmada güçlük çekebilir. Çok yorgun ve aç olarak eve döndüğümüz zaman önce yatalım mı, yoksa karnımızı mı doyuralım, diye tereddüt haline düşebiliriz. Bu türlü bir çatışma iki çekici erkekten birini seçmek, ya da önce birini, sonra ötekini yapmak üzere bunları bir sıraya koymakla çözülebilir.

2.      Kaçınma – Kaçınma: Sevmediğiniz, istemediğiniz iki şıktan birini seçmek zorunda olduğumuz zaman, çatışmanın ikinci bir şekli ile karşılaşırız. Karşılaşılan bu iki şıktan her ikisi de olumsuz ise birinden kaçmak öteki ile karşılamayı gerektirirse, ne yapacağımızı şaşırır ve bir bocalama ve tereddüt haline düşeriz. Örneğin hem dişimiz ağrıyor hem de dişçiden çok korkuyorsak, bir kaçınma – kaçınma çatışması meydana gelir. Bir öğrenci imtihanı yaklaşan hiç hoşlanmadığı bir dersi çalışmak veya sınıfta kalma ihtimalleri ile karşılaştığı zaman gene kaçınma – kaçınma çatışmasına düşer. Bir memur hiç sevmediği işinde çalışmak veya bunun sağladığı geliri kaybetmek tehlikesi arasında bulunabilir. Bu gibi bir durumda çatışma alanını terk etme eğilimi belirir. Örneğin, öğrenci gezmekle hayal kurmakla, memur ise, içmekle kendini avutmaya çalışabilir. Böyle bir davranış elbetteki çatışmalı durum için yapıcı bir çözüm yolu sağlamaz. Misafirliğe giden ailede genç, evde kalmak istemekte fakat babası: “ya bizimle gel ya da baba annenlere git” şeklinde yönlendirmede bulunması gibi.

3.      Yaklaşma – Kaçınma: Zaman zaman aynı nesneye ya da duruma karşı birbirine zıt ikizli duyguların etkisi altında kalabiliriz. Aynı nesneye doğru hem yanaşma hem de kaçınma isteği belirebilir. Örneğin, bir bayan şişmandır; rejim yapıp zayıflamak istiyor ama öte yandan da pastayı çok seviyor. Böyle bir durumda bayan pasta karşısında yanaşma – kaçınma çatışmasına düşebilir. Diğer bir ifadeyle; birey aynı zamanda hem çekici hem de itici bir durum karşısındadır. İnsan aynı nesneye karşı hem sevgi hem de nefret duyabilir. Evinde hayvan beslemek isteyen bir çocuk hem kedi beslemek hem de kedinin bakımının çok zaman alacağı için ders çalışmakta zorlanacağını düşünmektedir.

Savunma Mekanizmaları

Ø      Savunma mekanizması kullanan birey, davranışının gerçek işlevinin farkında değildir. Savunma mekanizmalarında, bu anlamda, bilinçsiz davranışlar olarak bakılır.

Ø      Savunma mekanizmalarının etkisi altında, gerçeği olduğundan biraz daha farklı algılarız. Bir dereceye kadar kendi kendimizi aldatmaca işin içine girer ve böylece algılamadaki bu değişiklik bizdeki kaygı düzeyinin azalmasına yol açar.

Ø      Savunma mekanizmaları kaygımızı azaltmada gerçekten etkindir ve yaşamımızda ortaya çıkan zor durumları kendimizi yıpratmadan atlatmamıza yardımcı olur.

Ø      Savunma mekanizması herkes tarafından kullanılır ve normal bir davranış biçimi olarak kabul edilir.

1.      Mantığa Bürünme (Bahane Bulma): Bu tip savunma mekanizması, bireyin yapmış olduğu belirli bir davranışı hafifletici mazeretler bulma biçiminde kendisini gösterir. Birey mazeretler bularak, kendi davranışlarını olduğundan daha az yanlış ya da tuhaf gösterme eğilimindedir. Örneğin, sınavda kopya çekerken yakalanan öğrenci, bu yüz kızartıcı davranışını örtbas etmek için, “herkes öğrenciyken kopya çeker” ya da “kopya çekme fırsatı veren öğretmenin dersinde kopya çekilir” gibi bir genelleme yaparak, kendi davranışını makul göstermeye çalışır. Çok para harcayarak büyük borçlar altına giren kişi, “borç yiğidin kamçısıdır” gibi bir söyleyişin arkasına sığınarak borçlanma davranışını mantığa bürür. Bu tür mantığa bürüme ve makul gösterme çabaları, bireyin kaygısını geçici olarak azaltarak, zor ve utanç verici bir durumu bireyin kolaylıkla atlatmasına yol açar. Sınav 2 Temmuzda olmasaydı kesin kazanırdım demek gibi.

2.      Karşıt Tepki Geliştirme: Bu savunma mekanizması, gerçekte hissettiğiniz duyguların tam aksini yaptığınız zaman kendisini gösterir. Gerçek duygularımızı göstermek, içinde bulunduğumuz durum içinde uygun kaçmayacağından, gerçek duygularımızı zıt fakat o durum içinde kabul edilebilen duyguları göstermeye başlarsanız. Buna karşıt tepki geliştirme denir. Örneğin, öz ablanız, kocası trafik kazasında ölünce, iki çocuğunu alarak sizinle oturmak üzere yanınıza geldi. Zamanla ablanız sizin yaşamınıza karışmaya başladığını ve çocukların sürekli gürültü yaparak sizin çalışmanızı olumsuz yönde etkilediğini görüyorsunuz. İçinizde ablanıza ve çocuklarına karşı bir kızgınlık belirmeye başlıyor, ne var ki içinizdeki öfkenin farkına varınca, suçluluk hissediyorsunuz. Çünkü, kocasının ölümünden sonra ablanıza ve çocuklarına yardımcı olacak tek kişi sizsiniz. Gerçekte hissettiğiniz kızgınlığı göstermek uygun olmadığı için, kızgınlık duyusunun yerine onlara şefkat ve sevgi duygusu göstermeye çalışıyorsunuz. Şefkat gösterisi yaparak, kızgınlık duygusunun ortaya çıkaracağı kaygıdan kurtulmuş oluyorsunuz. Sevmediği bir işte çalışan birinin, çalıştığı işi seviyor görünmesi. Bilinçdışı duygu ve eğilimlerini, karşıtı olan düşüncelere dönüştürme.

3.      Bastırma/Baskı (Unutma): Bazı düşünceler bizde derin kaygı doğurabilecek potansiyele sahiptir. Örneğin, her an bir nükleer savaşın ortaya çıkma olasılığı bu tür bir düşencidir. Amerika’nın Kaliforniya Eyaleti sürekli depremlerin olduğu bir bölgedir. Bu bölgede ortalama her otuz yılda bir son derece şiddetli deprem olduğu saptanmıştır. Böyle bir depremde binlerce insan yaşamını kaybedebilir. Televizyon, radyo, gazeteler ve hükümet yayınları sürekli olarak vatandaşları depreme hazır olmaları için uyardıkları halde, büyük bir kitle, sanki böyle bir olasılık hiç yokmuş gibi hareket eder. Bizde derin kaygı uyandırabilecek böyle düşünceleri bilinçaltına iterek bastırırız. Böylece olumsuz düşüncenin etkisi altında ortaya çıkabilecek kaygıyı önlemiş oluruz. Ölüm olayını çoğu kere hiç düşünmeyişimiz de, bastırma türünden bir savunma mekanizmasına örnek olarak verilebilir. İnsanların ölümlü olduğunu bildiğimiz halde biz davranışlarımızı, planlarımızı sanki hiç ölmeyecekmişiz gibi yaparız. Oldukça yaşlı insanlarda sık sık gözlenen para biriktirme ve kimseye yardım etmemek gibi durumlar, ölüm düşüncesini bastırma davranışına örnek olarak verilebilir. Korkulan, utanılan ya da kaygılanılan durumlardan kurtulmak için, onları unutma eğilimi içine girilir. Unutulmak istenen durumların farkına varılmadan bilinçaltına itilerek unutulmasına bastırma denir. Örneğin, bir borçlunun borcunu ödemeyi unutması. İstenmeyen duygu ve düşüncenin bilinçten uzaklaştırılması.

4.      Yansıtma: Bireyin kendisinde bulunan kusurları başkalarında görme davranışına yansıtma adı verilir. Başkalarına hiç yardım etmeyen ve sürekli kendi çıkarını gözetleyen bencil biri, “herkes kendi başının çaresine bakıyor, kimse bir diğerine yardım eli uzatmıyor” diyerek, etrafındaki kimseleri suçlar. Birey, yansıtma yoluyla kendisinde bulunan olumsuz yönleri “zorunlu ve gerekli” imiş gibi gösterir. Kendisinde bulunan kötü özellikleri başkalarında görerek birey kendini, olumsuz özellikler açısından başkalarından farklı görmez. Birey yansıtma davranışında bulunarak, “ne yapayım, herkes böyle, ben de böyle olmak zorundayım; böyle davranmam yaşamın zorunlu bir sonucu, benim elimde olan bir şey yok” mesajını verir. Sınavda düşük not alan öğrencinin öğretmeni suçlaması ya da yeterli olmayan bir öğretmenin öğrencilerin ilgisizliğini neden olarak ileri sürmesi. Feride’nin bitirmek zorunda olduğu ödevini bitiremeyince, bunu kardeşine mal ederek, “senin yüzünden ödevimi bitiremedim” şeklinde suçlaması. Kendisinden kaynaklanan nedenlerle herhangi bir işte başarısızlığa uğrayan birinin, başkalarını sorumlu görmesi.

 

5.      Özdeşleşme: Birey kendinde bulunan özellikleri özenilir bulmadığı zaman, kendisi olmaktan çıkıp, istediği özelliklere sahip başka biriymiş gibi kendini algılamaya ve davranmaya başlar. Kendisini bir başkasının yerine koyma ve davranma eğilimine, özdeşleşme adı verilir. Çirkin bir kız, kendini beğendiği bir film artistiyle özdeşleştirerek, o artist gibi giyinip, süslenerek çirkinliğini unutur. Genç bir erkek, mahallenin kabadayısıyla özdeşleştirerek bedenini zayıflığının doğurduğu kaygının üstüne çıkar. Belirtilen örnekler, bireylerin kendilerindeki özellikleri beğenmeyip, sanki başka biriymiş gibi hareket etmeleridir.

6.      Yer Değiştirme: Bizde kaygı uyandıran sorun, gücümüzün yetmediği bir kimse, yada denetimizin altında olmayan bir olaysa, kaygımızı veya kızgınlığımızı gücümüzün yettiği bir kimseye yöneltiriz. Ofisteki müdüre kızan memur, öfkesini evdeki karısına boşaltır. Memurun karısı, kocasına ifade edemediği kızgınlığı denetimi altında olan, gücünün yettiği çocuklarını azarlayarak ifade eder; çocuk da evdeki kediyi ya da köpeği tekmeler. Böylece birey gücünün yetmediği kimseyle mücadele etmenin doğuracağı kaygıdan kendisini uzaklaştırmış olur. Bireyin öfkesini, öfkelenmesine neden olan varlıktan değil de başka bir varlıktan çıkarmayı çalışmasıdır. Bir psikolojik araştırmada psikologlar denekleri uykusuz sigarasız, yemeksiz bırakmışlardır. Deneklerin doğrudan doğruya araştırmacılara saldırmayıp öfkelerini başka nesnelere yönelttikleri; çirkin, korkunç, parçalanmış insan resimleri çizip bunlara “psikologun” adını taktıkları gözlenmiştir.

7.      Yüceltme: Toplumsal yönden kabul edilmeyen saldırgan veya cinsel eğilimler, yüceltme mekanizması aracılığıyla biçim değiştirerek toplumun kabul edebileceği alanlarda ifadelerini bulurlar. Örneğin, sürekli dövüşmek ve başkalarına “posta koymak” isteyen kişinin bu davranışı, bekçi ya da polis olduğu zaman görevinin bir parçası olarak görülür. Engellenmiş fizyolojik güdülerden kaynaklanan gerginlikten kurtulmak için toplumun kabul edebileceği sosyal alanlara yönelik etkinliklerde bulunmaktır. Örneğin, sevgisine karşılık bulamayan bir gencin duygularını şiire dökmesi.

8.      Hayal Kurma: İçinde bulunulan durum kaygı uyandıran bir durumsa, hayal dünyasına kaçıp orada daha hoş bir durum içinde kendimizi düşünerek, içinde bulunduğumuz durumun ortaya çıkardığı kaygıdan kurtulmuş oluruz. Bireyin çatışmalarını ya da engellenmiş arzularını hayalinde çözmeye çalışmasıdır. Örneğin; seyircilerin beğenisini kazanamayan bir sanatçının, kurduğu hayalde kendisini çok beğenilen bir sanatçı gibi görmesi. Arzuları engellenmiş birinin, arzularının gerçekleşmiş olduğunu düşlemesi.

9.      Telefi Etme (Ödünleme): Kendimizi zayıf gördüğümüz bir alandaki eksikliğimizi,

kuvvetli olduğumuz başka bir alandaki eksikliğimizi, kuvvetli olduğumuz, başka bir alandaki başarıyı örtme çabasına telafi denir. Biyolojik yapının, belirli konulardaki başarılı olma isteğini karşılamaya elverişli olmaması nedeniyle oluşan, yetersizlik duygusundan, başka alanlarda etkinliklerde bulunarak kurtulmaya çalışmaktır. Örneğin, atletizmde başarı gösteremeyen bir gencin kendini voleybola vermesi ya da derslerinde yeterli derecede başarılı olamayan bir öğrencinin dikkati, sınıf içindeki yaramazlıklarıyla çekmeye çalışması. Zihinsel yetenekleri kısıtlı olan bir kimse spor alanında büyük başarılar kazanarak bu eksikliğini giderebilir. Bireyde üstün olma ve hükmetme arzusu çeşitli engellerle karşılaşınca umutsuzluk başlar. O zaman kişi, bu durumdan kurtulmak için tüm gücünü üstünlük sağlayabileceği başka bir alana yönelir. İyi resim yapamayan birisinin müzikte başarılı olması.

10.  İnkar Etme (Yadsıma): Varolan asıl gerçekler yerine, gerçekdışı başka kabullenişler, başka düşünce ve durumların konmasıdır. Birinci olmaya alışmış bir sporcunun birinci gelemediği bir yarışmada sonucun değerlendirilmesinde mutlaka bir hatanın yapıldığını düşünmesi.

 

11.  Pollyanna Davranışı: Her başarısızlık ya da hoş olmayan bir durumda iyi bir yan görme eğilimidir. Örneğin, otomobiliyle kaza yapan birisinin “iyi ki kimse yaralanmadı” demesi. Yaşamında umduğu başarıyı sağlayamayan birinin, bunda da bir hayır vardır demesi.

12.  Gerileme (Çocuksu Davranış): Davranışların çocukluk ya da gençlikte duygusal gelişme dönemlerinde geri dönmesidir. Sorunlar karşısında bu yola başvuran birey çocukluk yaşantısının tutum ve davranışlarını benimseyerek, o yılların dirlik düzenlik içinde olan, anlayış gören dönemini yeniden yaşamak ister. Bir bayanın üzüldüğü, zorlandığı bir olay karşısında ağlaması gibi.